24 Ekim 2009 Cumartesi

YÜKSEK ÖĞRENİMDEKİ GELİŞMELER VE BİR YORUM


24 Ekim 2009 Cumartesi günü Radikal gazetesi yorum sayfasında yayımlanmıştır

Son yıllarda, ilk ve orta öğretimin yanında, özellikle yüksek öğretimin global ve ulusal seviyede yapısal değişime zorlanmakta olduğunu gözlüyoruz. Lisans yüksek öğrenimini talep edenlerin sayısı eskiye oranla hızla artarken, bu talebi karşılayamasa da yüksek öğretim kurumlarının sayısı hızla artıyor. Yüksek lisans ve doktora programlarının sayısı ve bunları talep eden gençlerin sayısı artıyor. Yaşadığı ülkenin dışındaki ülkelere giden öğrenci sayısı artıyor, aynı ülke içinde üniversiteler arasında yatay geçişler oluyor, aynı üniversite içinde program değiştirilebiliyor, çift anadal, yandal yapılabilecek programlar sunuluyor.

Bu gelişmelere paralel olarak yüksek öğretimde daha etkin bir yönetim anlayışı, sürekli kalite arttırılması, standartlaşma çabaları da gün geçtikçe yayılıyor, yaygınlaşıyor. Avrupa Birliği’nin başlattığı Bologna süreci, ilk aşaması olan 10. yılı (1999-2009) bu yıl tamamlanıyor. Projenin, ikinci aşamaya geçerek, devam edeceği bekleniyor. Bu süreci olumsuz olarak değerlendirenlerin yanı sıra(1) olumlu katkılarından yararlanan üniversitelerimizin sayısı da artıyor. Üniversitelerin WEB sitelerinde AB Erasmus birimleri gözleniyor.

Üniversiteler, yeni yapılanmaları çerçevesinde programlarını gözden geçirip, farklı bir anlayışla yeniden düzenliyorlar. Bir üniversite lisans programını tamamlayan öğrencilerin kazanımlarının neler olacağını açıklayan öğrenim çıktıları (learning outcomes, objectives) belirleniyor. Bologna süreci kapsamında ‘Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi’ (The framework of qualifications for the European Higher Education Area) (2) Mayıs 2005 te yayımlandı. Bu belgedeki çerçeveye uygun olarak YÖK ‘Ulusal Yüksek Öğretim Yeterlilikler Çerçevesi’ni yayımladı (2007) (3). Türkiye’deki üniversiteler de programlarının öğrenim çıktılarını tanımlamaya çalışmaktalar.

Lisans öğrenim çıktılarını iki ana grupta değerlendirebiliriz. Birincisi doğrudan programla ilgili mesleki bilgilerin anlaşılması ve konuya ilişkin bir sorunun çözümünde kullanma becerisinin kazandırılmasıdır. İkincisi ise dolaylı olarak kişinin bireysel gelişiminin önünü açmaktır diyebiliriz. Şimdi konuyu biraz daha açalım.

Lisans öğrenimi sırasında verilen Mesleki bilgilerin alınması tek başına yeterli olmamaktadır, bu bilgileri kullanabilme, uygulayabilme becerisinin de kazanılması gerekmektedir. Yani bilginin içselleştirilmiş olması, bilgi edinilmeden önce bulunan çözümden farklı bir çözüm bulmayı sağlayan farkındalığın oluşmasıdır. Bir örnekle açıklarsak test amaçlı sorular genellikle daha önce çözümü yapılmış bir sorunun benzeri biçimindedir, sıralama değerlendirmeleri için test sınavı kaçınılmaz olan bir yöntemdir, kabul edilebilir. Oysa yüksek öğrenim sırasında genel olarak test sınavı yapılmaz, sınavlarda öğrencilerin ilk defa karşılaştıkları problemler de sorulabilir. Öğrencilerin bu nitelikteki problemleri de çözebilme becerilerinin gelişmiş olması gerekmektedir.

Mesleki bilgilerin anlaşılması ve uygulama yapabilir seviyede kullanma becerisi kazanılması da tek başına yeterli olmamaktadır. Kişilerin bireysel ve toplumsal ilişkilerinin düzenlenmesine katkıda bulunacak değerlerin dolaylı yoldan da olsa öğrenim sırasında kazandırılması gerekmektedir. Örneğin mesleki bilgisini kullanabilen kişinin, kendini sözlü ve yazılı biçimde ifade edebilmesi, iletişim becerisinin olması gerekir. Öğrenim sırasında öğrenciye soru sorma fırsatı veya bir soruyu yanıtlama şansı verilerek kendini sözlü olarak ifade etme yetkinliği (competence) dolaylı yoldan geliştirilebilir. Sınavlarda sorulan sözel sorular ve ödevler, öğrencinin kendini yazılı olarak ifade edebilme becerisinin gelişmesine katkıda bulunabilir.

Öğrenme becerisinin kazandırılması ise karşılaştığı problemi çözemeyen öğrencinin bilgi eksikliğini tamamlayarak kendini, problemi çözebilir seviyeye çıkarmasıyla olur. Bu çabaya rağmen, problem çözülemiyorsa, öğrenci öğretim elemanından yardım alabilir. Öğrenme becerisini geliştirmiş öğrenciler ‘Öğrenmenin ömür boyu süren bir süreç’ olduğu bilincine varmalıdırlar.

Öğrencilere bağımsız bir birey olarak çalışma becerisiyle birlikte grup halinde çalışabilme becerisi kazandırılması da öğrenim çıktıları arasında sayılabilir. Ortak bir proje geçekleştirmek veya arkadaşıyla birlikte LAB ortamında deney yapmak, grup halinde çalışabilmeye katkıda bulunur.

Dolaylı olarak kazandırılacak öğrenim çıktıları arasında ‘İnsan haklarına’ ve ‘Çevreye saygılı olma’ bilincinin verilmesi ve geliştirilmesini de sayabiliriz. Bu ve benzeri konular her ne kadar yüksek öğrenim öncesi eğitim-öğretim kurumları ve ailede verilmeye çalışılıyorsa da, ülkemizde arzuladığımız seviyede davranışlar gözleyemiyoruz. O nedenle öğrendiklerimiz yeteri kadar farkındalık yaratamadığından Doğan Cüceloğlu’nun ‘mış gibi yaşamlar’ kitabındaki(4) örnekleri sıkça yaşıyoruz. Bu açığın kapatılması için ülkemizde yüksek öğretim kurumlarından daha fazla katkı bekleniyor.

Yukarıdaki koyulaştırılarak vurgulanmaya çalışılan konular, hem Avrupa Birliği’nin hemde ulusal lisans öğrenim çıktılarının (2,3) açıklanmasında kullanılan konulardır. Her biri örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Bir soru: Acaba aksiyomatik olarak nitelebileceğimiz bilimsel/felsefik bir iddia var mıdır ki ondan yararlanarak yukarıda açıklanan öğrenim çıktıları yorumlanabilsin? Cevabımız: Evet, ‘Hayat Problem Çözmektir’ ile öğrenim çıktılarını yorumlayabiliriz.

1994 yılında, bilim felsefesicisi K.R:Popper’in ‘Hayat Problem Çözmektir’ kitabı (Türkçe basımı YKY 2005) yayımlandı. Popper kitabında, problem çözmeyi çok geniş anlamda düşünmekte, hatta canlıların mutasyonunu, kendi yaşamını sürdürebilmesine engel olan bir problemin çözümü olarak görmektedir. Örneğin göz organının oluşmasını canlının kendine tehdit oluşturabilecek olaylara karşı tedbir alabilme aracı olarak görüp, bu olguyu problem çözme olarak görmektedir.

Problemsiz bir canlı, insan yaşamı düşünülemez. O halde insanların problem çözmesi, kazanılması zorunlu bir beceri olmalıdır. Bu beceri nasıl kazanılır? sorusunun yanıtını beraberce düşünelim. Problem çözmeyi anlatan veya bir reçete veren kitap yok, çünkü yaşantımızda karşılaşabileceğimiz sonsuz diyebileceğimiz farklı problemler olabilir, çözümleri de farklı disiplerden bilgiyi gerektirir. Bilgi ise doğal olarak eğitim-öğretimle veriliyor ve alınıyor. O nedenle problem çözme becerisinin kazanılabileceği ortamlar, eğitim öğretim kurumları olmaktadır. Yüksek öğretim kurumları programlarının hedefleri olarak öğrenim çıktılarını tanımlıyorlar. Dolayısıyla bu seviyede genel olarak düşünülen ‘problem çözme’, öğrenim çıktılarının bir yorumu olarak değerlendirilebilir.

Şimdi lisans öğrenim çıktılarını, genel olarak problem çözme becerisi altında inceleyelim. Yukarıda açıklanan lisans öğrenim çıktılarının ilk grubunda olan mesleki bilgilerin anlaşılması ve uygulanmasını, mesleki problemlerin saptanıp bu problemlere çözüm bulma olarak da yorumlayabiliriz. Bilginin (information) alınması gerek koşul, içselleştirilmiş bilgi (knowledge) nin, probleme çözüm bulunmasına uygulanması ise yeter koşuldur.

Mevcut bilgi, problemin çözümü için yeterli değilse veya içselleştirilmemişse, eksik bilginin tamamlanması veya içselleştirilmesi ile probleme çözüm üretilebilir. Bu da öğrenim çıktılarının ikinci grubu içinde saydığımız öğrenme becerisinin kazanılmasıdır.

Probleme bulunan çözümün, başka insanların kullanımına açılması ve/veya o insanların eleştirileriyle çözümün geliştirilmesini sağlayabilmek için çözümün sözlü veya yazılı olarak ifade edilebilmesi gerekir. Yukarıda öğrenim çıktılarının ikinci grubunda iletişim becerisi kazanmadan sözetmiştik.

Problemlere bulacağımız her çözüm kabul edilebilir mi? Bulacağımız çözümlerin sınırlamaları olmalı mı? İlk sorunun yanıtı hayır, ikincinin ise evet olması beklenir. Yaşamak için para gereksiniminin hırsızlık yaparak karşılanması kabul edilen bir çözüm olamaz, çünkü diğer insanların hakları çiğnenmiş oluyor, insan haklarına uygun değil. Bir başka örnek; çevreye zarar veren bir ürünü üretmek de uygun bir problem çözme biçimi olamaz. Kısacası çözümler, insan haklarına ve çevreye saygılı olmalı ve ahlaka aykırı olamamalıdır. Bu anlayışın kazandırılması, yukarıda değindiğimiz öğrenim çıktıları arasında bulunmaktadır.

Popper Hayatı ‘problem çözmek’ olarak yorumlamaktadır. Bizler de buna paralel olarak hayatı kazanmak için meslek edinme aracı olan yüksek öğretimin, ‘problem çözme’ yi hedef almasını bekleyebiliriz. Böylece lisans öğrenim çıktılarını ‘Hayat Problem Çözmektir’ anlayışı ile yorumlayabiliriz. Lisans öğrenim çıktıları, bir meslek dalında karşılaşılabilecek problemleri çözme becerisi yanında, hayata ilişkin genel problemleri çözme becerisi kazandırmaktır. Herhangi bir lisans programını tamamlayan bir öğrencinin, problem çözme becerisi geliştirilememişse; öğrenci öğrenmiş gibi, öğretim kurumu da görevini yapmış gibi olur (4).

(1) ‘Krizden hareketle savaş ve Bologna Süreci üzerine notlar’, Sinan Özbek, Radikal İki, 21.08.2009.

(2) http://ond.vlaanderen.be/hogeronderwijs/bologna/documents/

(3) http://bologna.yok.gov.tr/index.php?CFID=1682&CFTOKEN=66104897

(4) ‘Mış Gibi’ Yaşamlar, Doğan Cüceloğlu, Remzi Kitapevi, 2005.

8 Mayıs 2009 Cuma

(2) YÜKSEK ÖĞRENİMDEKİ KÜRESELLEŞME RÜZGARI KARŞISINDA ÖĞRENCİ

(8 Mayıs 2009 Cumhuriyet Bilim Teknoloji eki İKÜ sayfasında yayınlanmıştır.)
Birinci bölümde küreselleşen yüksek öğretimde AB Bologna sürecini inceleyip, öğrenci açısından değerlendirilmesini yapmıştık. Bu bölümde de sözkonusu sürecin Türkiyedeki yansımalarını inceleyecek ve öğrenci açısından değerlendirmesini yapacağız.
Bologna süreci ile Devlet Planlama Teşkilatı altında bir Ulusal Ajans kuruldu (1). Öğrenci öğretim elemanı hareketliliği, Türkiye genelinde, bu kuruluş aracılığı ile sağlanıyor. 2004 yılında seçilen ‘Bologna Promotor’ları (2) ‘Bologna Süreci’ nin üniversitelere tanıtımını bu kuruluşun AB fonlarından aldığı destek ile finanse etmekteler.
Bologna süreci eğitim bakanlıkları seviyesinde iki yılda bir izlenerek kendini yeniliyor. Bu kapsamda her ülkenin bir temsilcisi izleme grubunda (Bologna Follow-up Group: BFUG) bulunuyor. Türkiye Temsilcisi YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu)(3) tarafından seçiliyor. YÖK, Bologna sürecinden en ağırlıklı olarak etkilenen kurum. Söz konusu süreçte YÖK tarafından yapılanlar YÖK WEB sayfasından incelenebilir.
Bologna süreci kapsamında üç seviyeli öğretim sisteminin kurulması, AB ülkelerine göre Türkiyede çok daha kolay olmuştur çünkü daha önceden bu sisteme geçilmişti.
ECTS (European Credit Transfer System) kredilerinin tanıtımı, YÖK tarafından üniversitelere yapılmış ve programlara öğrenci hareketliliğinin alt yapısı olarak konulmuştur. ECTS kredi sistemi, birinci bölümde anlatıldığı gibi, öğrencinin bir ders için harcayacağı ortalama toplam süreyi kapsar. 8 yarıyıllık bir lisans öğretiminde 8x30=240 ECTS toplam süre belli olunca, her dersin ECTS kredisi bu programdaki ağırlığının da bir göstergesidir. Gerçekçi olarak saptanmayan ECTS kredileri yanıltıcı olabilir. Her ne kadar Türkiye’deki üniversiteler ECTS uygulamasına geçmişse de uygulamanın hangi titizlikte/gerçeklikte yapıldığı tartışılmaya değerdir. Kağıt üzerine yazılan sayıların arkasındaki çalışmalar görülmemektedir. Daha da açarsak ECTS kredileri öğrencilerin gerçekçi katkıları olmadan, gerçeği yansıtmayacaktır. Peki yüksek öğretim kurumlarındaki öğrencilerimize ECTS kredileri yeteri kadar tanıtılmış mıdır, onların katkıları sağlanmış mıdır?
Türkiye üniversitelerinden mezun olan öğrencilere Diploma Eki verilmesi sağlanmıştır. Bu belgede sözü geçen öğrenim çıktıları ve hedefleri hangi titizlikte hazırlanmıştır. Öğrenciler sözü edilen hedefe erişmiş midir, öğrenim çıktılarına ulaşmış mıdır? Öğrencilerden bir geri bildirim almadan bir değerlendirme yapmak olası değildir. Bir başka deyişle diploma eki yalnızca kağıt üzerinde mi var?
Bologna süreci kapsamında Öğrenci/Öğretim üyesi hareketliliği Türkiye ve AB ülkeleri arasında her yıl artarak sürdürülmektedir. Ayrıca YÖK tarafından ulusal düzeyde ‘Öğrenci ve öğretim elemanı değişimi’ yönetmeliği Mart 2006’da çıkarılmıştır. Bu yönetmelikler çerçevesinde oluşan hareketliliğe ilişkin istatistiksel veriler yoktur. Dolayısıyla neden başarılı/başarısız olduğu değerlendirilememektedir. Oysa AB seviyesindeki hareketliliğin sayısal değerlerine ulaşılabilmektedir.(4) Öğrencilerin ulusal değişime ilgi göstermemelerinin nedeni incelenmiş midir?
Bologna sürecinde öğrencilerle işbirliği kapsamında, YÖK tarafından ‘Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci Konseyleri ve Yüksek Öğretim Kurumları Ulusal Öğrenci Yönetmeliği’ Eylül 2005 te çıkarılmıştır. AB öğrenci konseyi ESU (European Students’ Union) ve çalışmaları kendi WEB sayfalarından incelenebilir(5). Türkiye Öğrenci konseyinin böyle bir WEB sayfası yok, ayrıca ESU’a üye de değil. Yönetmeliğe göre öğrenci temsilcileri seçiliyor, fakat sonra yönetimlerle nasıl işbirliği yapılıyor? Var mı böyle bir işbirliği? Öğrencinin isteği/isteksizliği, yönetimlerin ilgileri/ilgisizlikleri pek belli değil. Türkiyede kaç öğrenci konseyinin Web sayfası var?
Avrupa yüksek öğreniminin daha cazip hale getirilmesi amacıyla Bologna kapsamındaki üniversiteler ortak yüksek lisans ve doktora programı açabilmekteler. Bu çerçevede YÖK ‘Yükseköğretim Kurumlarının Yurtdışındaki kapsama dahil Yükseköğretim Kurumlarıyla Ortak Eğitim ve Öğretim Programları Tesisi Hakkında Yönetmelik (Aralık 2006)’ ve ‘Yükseköğretim Kurumlarının Yurtiçindeki Yükseköğretim Kurumlarıyla Ortak Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Programları Tesisi Hakkında Yönetmelik (Şubat 2007)’ yönetmelikleriyle ulusal/uluslar arası ilişkileri arttırmanın yolunu açmış oldu. Bu açılım öğrencilerimizin ufkunu genişletecektir.
Bologna süreci öncesinde, Türkiyedeki bazı üniversitelerin özellikle mühendislik bölümleri ABD’ deki ABET(6) (Accreditation Board for Engineering and Technology) ten akredite oldular.
Bologna kapsamında en vurucu hedef ‘Kalite Güvencesi’dir. YÖK tarafından Mayıs 2005 te ‘Yükseköğretim Kurumlarında Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Yönetmeliği’ çıkarıldı. Bu yönetmeliğe göre YÖDEK ‘Yükseköğretim Akademik Değerlendirme ve Kalite Komisyonu’ (7) kuruldu. Yükseköğretim kurumlarında ADEK (Akademik Değerlendirme Kurulları ) oluşturuldu. YÖDEK tarafından, yükseköğretim kurumlarındaki yönetimlerin, kurumlarını stratejik planlama yaparak yönetmelerine yardımcı olabilecek bir rehber hazırlandı. Stratejik planlama, üniversitelerin bütün faaliyetlerini yani eğitim/öğretim, araştırma ve topluma hizmeti kapsamaktadır. ADEK aracılığıyla üniversiteler iç denetimlerini yapmakta ve yıllık olarak raporlamaktadırlar. Yakın bir gelecektede üniversiteler akredite olan ajanslar aracılığıyla dış denetime tabii tutulacaklar. Kalitenin sürekli iyileştirilmesi mekanizmaları oturtulmaya çalışılıyor. Üniversitelerde kalitenin geliştirilmesi siyasileri, YÖK’ü, öğretim kurumlarında Rektörlük, dekanlık, bölüm, anabilimdalları, akademisyenler, idari personel ve öğrencileri doğrudan ilgilendiriyor ve onları değişime zorluyor. Türkiye üniversitelerinde Bologna kapsamında ‘kalite güvencesi’nin tanıtımlarına Türkiye Bologna promotor’ları aracılığıyla devam edilmektedir.
Yukarıda anlatmaya çalışılan yüksek öğretimde küreselleşme rüzgarının uygulamada başarılı olması için gerekli olan iki temel öğe, öğretim elemanları ve öğrencilerdir. Öğretim üyelerinin akredite olmayı hedefleyen yeni programların hazırlanmasında ve uygulamasında ortaya koyacakları çaba ve bu çabaya öğrencilerin gösterecekleri uyum, başarıya ulaşmanın anahtarı olarak değerlendirilebilir. Yönetimlerin Bologna sürecini bilinçli olarak desteklemeleri öğretim elemanı/ öğrencilerin anlayışlarının değişimini kolaylaştırıp hızlandıracaktır. Söz konusu küreselleşen eğitim/öğrenim rüzgarının gerisinde kalmamız bireysel, kurumsal ve ulusal anlamda rekabet gücümüzün doğrudan zayıflamasına neden olacaktır.
Öğretim elemanları açısından değişim, derslerin hedef ve öğrenim çıktılarının program hedeflerine uygun bir biçimde saptanması, derslerin veriliş biçimi, sürekli iyileştirme, öğrenci odaklı eğitim/öğrenim anlayışına uyumdur.
Bu yazının konusu olan öğrencilerin, özellikle Türk öğrencilerin daha fazla çaba göstermeleri gerekmektedir. Türkiye orta öğretiminden gelen yüksek öğretim öğrencileri, genellikle diğer ülkelerin öğrencilerine göre aşağıda sıralanan olumsuz anlamda farklılıklar gösteriyor. Yüksek öğretim gençliğimizin bu niteliklerinin araştırılması ve alınması gereken önlemlerin saptanması nesnel bir değerlendirme için zorunluluktur.
Yüksek öğretim öğrencilerinin,
• Üniversite öncesi test/dershane kültürünün gerektirdiği ezbercilik anlayışını değiştirmeleri,
• Meslek seçimini o veya bu nedenle doğru yapamamaları sonucunda öğrenmede isteksiz durumuna düşmemeleri,
• Dersi derste öğrenmek için yanındaki ile konuşmadan ders dinlemeyi öğrenmeleri,
• Derste interaktif olmaları, soru sorma erdemini göstereni alaycı tavırlarla eleştirmeyip saygı duymaları,
• Öğrenci psikolojisi, arkadaşını kırmama gibi sudan gerekçelerle yapmaları gerekenleri yapmaktan vazgeçmemeleri,
• Laboratuvarların bir an önce yapılıp çıkılması gereken ortamlar değil, konunun anlaşılmasının en iyi aracı olduğunu anlamaları,
• Başkasından ödev çekerek not almanın kendi kendine kazık atmak olduğunu bilmeleri,
• Çözülmüş soruları çalışarak konuların ancak ezberlenebileceği fakat öğrenilemeyeceğini öğrenmeleri,
• Teoriye yeteri kadar değer vermeden, yalnız problem çözerek konuların kavranamayacağını anlamaları,
• Sınav öncesi minimum süre çalışıp dersten yüksek not alma anlayışı yerine, öğrenmeyi hedef alan sürekli çalışma anlayışında olmaları,
• Sınavda başkasının kağıdına bakarak not almanın, yani kopyanın, bir erdem olmadığını, sahtekarlık olduğunu anlamaları,
• Sosyal dersleri ortalamayı yükseltme aracı olarak değil, dünya anlayışlarını geliştirme aracı olarak görmeleri,
• Hem bağımsız hem de bağımlı çalışmayı öğrenmeleri,
• Minimum çalışarak elde edilen diplomanın, rakiplerin normal çalışma ile elde ettikleri diplomaya rakip olamayacağını anlamaları,
• Dört yıllık öğrenmenin yeterli olmayacağını anlayıp, öğrenmenin ömür boyu sürecek bir süreç olduğunun bilincinde olmaları,
• Öğrenmeyi bir illet değil bir keyif olarak yaşamaları gerektiğini anlamaları,
Gerekmektedir.
Öğrencilerimizin, ulusal/uluslararası diğer öğrencilerle rekabette, yukarıda açıklanan niteliklere uygun çaba göstermeleri, kendilerini değiştirmeleri, öncelikle kendi çıkarlarınadır.
(1)http://www.ua.gov.tr/
(2)http://www.bologna.gov.tr/
(3)http://www.yok.gov.tr/
(4)http://www.aca-secretariat.be/02projects/Eurodata.htm
(5)http://www.esu-online.org/index.php/home
(6)http://www.abet.org/
(7)http://www.yodek.org.tr/

1 Mayıs 2009 Cuma

(1) YÜKSEK ÖĞRENİMDEKİ KÜRESELLEŞME RÜZGARI KARŞISINDA ÖĞRENCİ

(1 Mayıs 2009 Cumhuriyet Bilim Teknoloji eki İKÜ sayfasında yayınlanmıştır.)
20.yüzyıldaki hızlı gelişmeler
Ağırlıklı olarak 20. yüzyılın ikinci yarısında başlayan insanlığın talepleri, teknoloji ve bilimdeki hızlı gelişmeler, toplumları, doğayı ve insan yaşamını etkin bir biçimde değiştirmekte.
Karşılıklı olarak birbirini tetikleyen bilim ve teknolojiler, ekonomileri tetikleyerek hem yeni ürünlerin üretilebilmesini sağlıyor hem de mevcut ürünlerin üretim maliyetlerini düşürüyor. Sonuçta daha fazla insan daha çeşitli ve ucuz ürün satın alıp kullanabiliyor.
Teknolojilerin sağladığı kolaylıklarla üretim yapan kuruluşlar, ancak dünya pazarını hedeflediklerinde ekonomik anlamda rekabet edebiliyorlar. Rekabete dayanamayan şirketler rakip şirketlerle birleşerek küreselleşmeyi tetikliyor veya başarısız olup siliniyorlar. Öte yandan da ülkeler arasındaki işbirlikleri, ekonomik alandan siyasal alanlara doğru yayılma eğilimi gösteriyor. Örneğin Avrupa, ekonomik birlik aşamasından siyasal birleşmeye doğru değişim gösteriyor.
Ağırlıklı olarak kol gücüne dayalı insan niteliği talep eden teknolojiler, küreselleşmeyle birlikte, bilgili yetişmiş insan gücüne dayalı insan niteliği talep eden teknolojilere dönüşüyor. Söz konusu küreselleşme/teknoloji, istenen niteliği sağlayabilmek için eğitim-öğretim kurumlarını, özellikle de yüksek öğretim kurumlarını, değişime zorluyor.
Eğitim/öğretimin küreselleşmesi ve Avrupa Birliği
Ekonomik/siyasal işbirliği ülkelerin yöneticileri tek başlarına veya birlikte, yukarıda açıklamaya çalışılan insan niteliklerini sağlamak üzere eğitim/öğretim yapılarını gözden geçirip yenilemeye çalışıyorlar. Bu rüzgar bütün dünya ülkelerinde az/çok değişen şiddetlerde esiyor. Önce Amerika Birleşik Devletlerinde ABET(1) (Accreditation Board for Engineering and Technology) üniversitelerin öğrenim programlarını akredite etmeye başladı. OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development) nin bir eğitim direktörlüğü var(2). Avrupa Birliği (AB) ‘Knowledge Based Economy’(Bilgiye Dayalı Ekonomi)’ nin gerektirdiği insanı yetiştirmek için yüksek öğretimde on yıllık ‘Bologna’(3) sürecini(4),(5) başlattı. Türkiye, AB aday ülke olmasına rağmen ‘Bologna sürecine’ imza atan ülkeler arasında, bu kapsamda yürütülen faaliyetlere katılıyor.
Bologna süreci kapsamındaki anabaşlıkları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
 Kolay anlaşılır ve karşılaştırılabilir dereceler,
 Temel olarak üç seviyeli yüksek öğrenim:lisans, yüksek lisans, doktora,
 Ortak Kredi sistemi (ECTS: European Credit Transfer System)
 Diploma Eki (DS: Diploma Supplement),
 Öğrenci/Öğretim üyesi hareketliliği,
 Kalite güvencesi,
 Yaşam boyu öğrenim,
 Yüksek öğrenim kurumları ve öğrencilerle işbirliği,
 Avrupa yüksek öğreniminin daha cazip hale getirilmesi.
Kolay anlaşılır ve karşılaştırılabilir dereceler ve temel olarak üç seviyeli yüksek öğrenim (lisans, yüksek lisans, doktora) standartlaşması, AB üyesi ülkelerin öğrenci ve öğretim üyesi hareketliliğini sağlanabilmesi için gerek görülmüş konular olup büyük ölçüde başarılmıştır. Konuyu öğrenci açısından değerlendirdiğimizde, AB içersinde bir yüksek öğrenim kurumundan mezun olan kişinin AB içerisinde bir başka yüksek öğrenim kurumunda bir üst dereceye devam etmesi kolaylaşmış oluyor. Söz konusu nitelikteki yüksek öğrenim kurumlarından mezun olanların, her hangi bir ülkede iş bulma şansı artıyor. AB ülkeleri arasında yüksek öğretim kurumları küreselleşiyor yorumunu yapabiliriz.
Ortak kredi sistemi, öğrencinin bütün çalışmalarını ( sınıftaki ders/LAB süresi, ödev yapma süresi, sınava hazırlanma, evde çalışma süresi), içeren yepyeni bir kredi sistemi ECTS (European Credit Transfer System) olarak geliştirilmiştir. Buna göre yüksek öğretim öğrencisinin her yarıyıl 30 ECTS lik çalışma yapması (zaman karşılığı her bir ECTS kredisi 25/30 saat düşünülürse 750-900 saat/yarıyıl) bekleniyor. Bir başka bakış açısıyla, bir öğrencinin haftada 40 saat civarında çalışması, normal bir öğrencinin normal bir çalışma ile programları başarabilmesi için yeterli görülmektedir. Öğrenci açısından değerlendirirsek yüksek öğretim programları, olağanüstü nitelikleri olan kişilerden ziyade ortalama nitelikleri olan geniş öğrenci kitlelerini hedef almaktadır.
Eskiden diploma+transcriptle değerlendirilen öğrenci, artık öğrenim hedefleri, öğrenim çıktıları gibi mezun olduğu programa ait çok daha fazla bilgilerle değerlendirilecek. Diploma eki, bu amaça yönelik bir belgedir. Bologna sürecinin ortalarına gelindiğinde (2004/05) yüksek öğretim kurumları AB içersinde, Türkiye dahil, ağırlıklı olarak ECTS ve Diploma eki uygulamalarına başladılar.
Öğrenci/öğretim üyesi hareketliliği, Bologna süreci öncesinde az yoğunluklu olarak başlatılmış bir projeydi, Bologna sürecinde, Erasmus yeni adıyla yoğun bir biçimde uygulanmaktadır. Türkiye’nin birçok üniversitesi çeşitli AB üyesi ülkelere öğrenci göndermektedir. Giden öğrenciler bu proje kapsamında finansal olarak desteklenmektedir. Öğrenci/öğretim üyesi hareketliliği, ortak Avrupa kültürünün oluşmasına katkıda bulunduğu gibi öğrencilerin farklı kültürlerde yaşayıp o kültürlere adapte olmalarına ve özgüvenlerinin artmasına da yardımcı olmaktadır. Aynı zamanda öğrenciler, diğer bir ülkenin programına katılarak, programların uyumluluklarını/farklılıklarını değerlendirme şansını da bulmaktalar.
Kalite güvencesini, yüksek öğretim kurumlarının kalitesini sürekli iyileştirmesini, küreselleşen yüksek öğretimin en ağırlıklı öğesi olarak değerlendirebiliriz. Kalitenin iyileştirilmesi yüksek öğretim kurumlarının yönetim anlayışlarını ve programların tasarım anlayışını değişime zorlamaktadır. Yönetimler, stratejik planlamalarla ölçülebilir hedeflere seçilen göstergelerle ulaşmaya çalışmaktalar. Hedeflere, periyodik geri bildirimlerle yapılan sürekli iyileştirme ile varılmak isteniyor. İkinci değişim konusu programların yeniden tasarlanması ve akreditasyondur. Yüksek öğretimin en küçük birimi olan bölümlerin öğrenim programları hazırlarken, dışpaydaşların taleplerinin karşılanması programların başarısının bir ölçütü olmaktadır. Bir programdan mezun olarak meslek sahibi olan öğrencilerin çalışacakları özel veya devlet kuruluşları, önemli dışpaydaşlar arasında görülmektedir. Buna ilave olarak sivil toplum kuruluşları, meslek odaları da, diğer dışpaydaşlar arasında sayılabilir. Dışpaydaşların görüşleri, akademik programın tasarımında, öğrenim çıktılarına dönüştürülmektedir. Öğrencinin bu çıktıları kazanıp kazanamadığı periyodik olarak sınanarak sürekli iyileştirme sağlanmaktadır. Programların, açıklanan özellikte olduğunun bir dış değerlendirme kuruluşunca akredite edilmesi beklenmektedir. Sonuç olarak hedef, küreselleşmenin rekabetine uyum yapabilen, ekonominin talebini karşılayacak nitelikte insanların yetiştirilmesidir.
Günümüzde bir yandan bilgiye erişim kolaylaşırken diğer yandan bilgi üretimi her alanda hızla artmaktadır. O nedenle yalnızca yüksek öğretim yeterli olmamakta ‘Yaşam boyu öğrenim’ anlayışına dönüşüm başlamaktadır. Yakın gelecekte, insanların yaşam boyu öğrenim süresince aldıkları birikmiş ECTS kredilerinin, onların niteliğini belirleyecek bir ölçüte dönüşmesi beklenebilir.
Akademisyen odaklı öğretimden, öğrenci odaklı öğrenime geçiş, kaçınılmaz olarak yüksek öğrenim kurumlarının öğrencilerle işbirliğini sıkılaştırmaktadır. Öğrenciler kendilerine sunulan programları, mezuniyetten sonra iş bulmalarının garantisi gibi görmek istiyorlar. Bu sağlanamıyorsa, programların yeniden değerlendirilip yenilenmesi gerekmektedir. Öğrenciler anketlerle, hizmet aldıkları yüksek öğrenim kurumlarını değerlendirme fırsatı bulabiliyorlar.
Ülkeler yüksek öğretim kurumlarını cazip hale getirip, diğer ülkelerden öğrenci çekmeye çalışıyorlar. Bu cazibenin en yüksek olduğu ülke ABD gibi görünmektedir. Dünyanın bir çok kesiminden gelen öğrenciler, yüksek öğrenimlerinin tamamını veya bir kısmını ABD’de tamamlamaktalar. Avrupa Birliği de ABD ile rekabet edebilir olmak istiyor. Ekonomik rekabetin sürdürülebilmesi, ögretimdeki rekabet gücü ile ilişkilendirilebilir.
Dünyadaki küreselleşmeye doğru giden yüksek öğretim rüzgarını değerlendiren bu yazıyı sonlandırıp, ikinci yazımızda söz konusu rüzgarın Türkiye’yi etkilemesini ve bu etkileşimde öğrencinin yerini izleyebildiğim kadarıyla açıklamaya çalışacağım.
Ülkeler, ekonomik geleceklerini belirleyen önemli öğeler arasında, belki de en önemli olarak vatandaşlarının eğitimlerini görmekteler. O nedenle eğitim sistemlerini, bu arada meslek edinmenin son aşaması olan yüksek öğretim sistemlerini yeniden yapılandırıyorlar. Söz konusu yapılanmanın küresel boyutlarda olduğu gözlemleniyor. Temel hedefler, çok daha fazla insana yüksek öğretim hizmeti sunmak ve ayrıca, bu hizmeti öğrencilerin uluslararası bir standarda ulaşmalarını sağlayan kaliteyle birlikte sunmaktır.
(1)http://www.abet.org/
(2)http://www.oecd.org/
(3)Bologna Üniversitesi, 11. yy da İtalyanın bologna şehrinde kurulmuş dünyanın en eski üniversitelerinden biri.
(4)http://ec.europa.eu/education/policies/educ/bologna/bologna_en.html
(5)http://europa.eu/pol/educ/index_en.htm