5 Ekim 2007 Cuma

YÜKSEK ÖĞRETİM STRATEJİSİNİN SÜREKLİLİĞİ

(5 Ekim 2007 (sayı:1072) tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji ekinde yayımlanmıştır)

YÖK’ün öncülüğünde gerçekleştirilen ‘Yüksek Öğretim Stratejisi’ çalışması, toplumun ilgili kesimlerinin yazılı metinler üzerinden tartışabilmelerine olanak sağladığı/sağlayacağı için kanaatimce çok yararlı olmuştur. Ayrıca bir devlet kurumunun yazılı bir öz eleştiri yapması, belki de ilk defa olmaktadır. Bu açıdan da takdir edilecek nitelikte bir çalışmadır. Ancak bu stratejinin uygulamaya geçirilmesinde ve sürekliliğin sağlanmasında belirsizlikler olduğu da bir gerçektir.

Stratejilerin uygulamaya geçirilmesi ve sürekliliğin sağlanabilmesi açısından aşağıda açıklayacağım anlayışın, ülkenin zaman kazanmasına yardımcı olabileceğini düşünmekteyim. Söz konusu anlayış, kurumsal ve bireysel olarak iki aşamada açıklanacaktır. Kurumlardan kastedilen Hükümet, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, Üniversiteler, Fakülteler, Bölümler, Anabilim dallarıdır. Bireylerden kastedilen ise öğretim elemanları ve öğrencilerdir.

Yüksek öğretim stratejisinin stratejik plana dönüşebilmesi için, strateji ve politikaların belirlenmesinde siyasi (iktidar+muhalefet) kurumlarla YÖK’ün işbirliği yapmaları gerekmektedir. Yeni seçimler sonrası, YÖK ile iktidar ve muhalefet siyasi partileri arasında diyaloğun kurulması fırsatının değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Kamuoyu ve üniversite akademisyenleri gözünde bu diyalog kopmuş görünmektedir. ‘Yüksek Öğretim’ konusunda 2025 yılında varılması gereken hedefe varabilmek için farklı siyasi grupların irade desteğine gereksinim vardır çünkü normal olarak bu süre içinde farklı partilerin iktidara geleceği beklenmelidir.

Söz konusu diyalogun sağlanabileceği yönündeki kanaatimi bir örnekle açıklayayım. Avrupa Birliğinin başlangıçta 20, daha sonra 40 civarında eğitim bakanı, farklı partilerden olmalarına rağmen, 10 yıllık ‘Bologna Süreci’ne onay verip uygulamaya geçmişlerdir. İmza atan bakanlar ve bağlı oldukları iktidar partilerinin değişmesine rağmen süreç başarıyla işletilmektedir. Bu süreçte, iki yıl aralıklarla, bakanların toplanmalarından önce, EUA (Avrupa Üniversiteler Birliği) ve diğer sivil toplum örgütlerinin’ düzenlediği Salamanca, Prag konferans örneklerinde olduğu gibi konular, uzmanlar arasında tartışılarak netleştirilmekte ve somut öneriler çıkarılmaktadır. Sonrasında siyasiler, bu önerileri onaylayıp uzun vadeli uygulamalara girebilmektedirler. Benzer bir çalışma ülkemizde de yapılabilir.

Sonuç olarak önerim, siyasilerle diyalog kurma, çalışma ve işbirliği yaklaşımının geliştirilmesidir. Bu diyaloğun kurulamamasından, başta yüksek öğrenim hizmeti almakta/alacak olan yurttaşlar ve aileleri ile ilgili kurumlar olumsuz etkileneceklerdir. Bu olumsuzluk tüm toplumun geleceğine yansıyacak ve maalesef uluslararası yarışta geri kalmamıza neden olacaktır.

Siyasilerle birlikte önerilen şekilde veya bir başka biçimde bir eğitim politikası ve stratejisi oluşturulamıyorsa, YÖK’ün mevcut yasalar çerçevesinde kendi stratejik planını hazırlaması beklenir. Üniversitelere stratejik planlar yapmaları önerilmesine rağmen, şimdiye kadar YÖK kendi stratejik planını hazırlayıp ilan etmemiştir/edememiştir. Örneğin YÖK, bir bölüm açmanın kriterlerini saptayamamıştır. Ar gör kadrolarının bölüştürülmesine ilişkin de herkese açık yazılı nesnel kriterler yoktur. Oysa bir stratejik plan ve her yıla ilişkin yıllık operasyonel planlar, profesyonel yöneticilikte olduğu gibi, bir yönetimin kendisinin ne zaman başarısız olacağını ilan etmesi anlamına gelir. İddia edilen hedeflere ulaşamayan yönetim kendiliğinden görevi bir başka ekibe devredebilmelidir. YÖK tarihinde veya üniversitelerde bu tür davranışlar gözlemlenememektedir. Bir başka deyişle, yönetime gelen kişi ve kişiler her halükarda başarılıymış gibi görünmektedirler, çünkü yazılı olarak ortaya konmuş, herkese açık hedefleri, stratejik planları yoktur.

Hükümetin, dolayısıyla Eğitim bakanlığının bir stratejik planının olmayışı, YÖK’ün ideal bir stratejik plan yapmasına nasıl olumsuz etki ederse, YÖK’ün bir stratejik planının olmayışı da üniversitelerin ideal bir stratejik plan hazırlamalarına olumsuz etki etmektedir. 2001-02 yıllarında hükümet, bütün devlet kuruluşlarının stratejik plan hazırlamalarını öngörmüş fakat yapılan çalışmalar, bir nedenle uygulamaya geçirilememiştir. Daha sonra bütçe kanunu çerçevesinde üniversitelerden stratejik planlar istenmiştir fakat hedefe ulaşıldığı tartışılmaya açıktır.

Buna rağmen üniversiteler bir stratejik plan hazırlayabilirler; orada da rektörlerin liderlik anlayışları önem kazanmaktadır. Bu anlayışta olan rektörlerin bulunduğu üniversiteler başarılarını daha hızlı artırabilmektedirler. Ülkemizde böyle rektörlerin var olması ve her geçen yıl sayılarının artması, sevindiricidir.

Siyasi seviyede ortak politika ve strateji saptanamıyor ve Yüksek Öğretim yasası çıkarılamıyor, YÖK stratejik planı hazırlanamıyor, üniversiteler stratejik plan hazırlayamıyorsa yapılabilecekler tabii ki tükenmemektedir. O zaman fakülte seviyesinde lider dekanlarca stratejik planlar hazırlanıp çağdaş uygulamalar yapılabilir. Benzer biçimde fakülte seviyesinde başarılamıyorsa bölüm seviyesinde lider bölüm başkanlarınca, o da sağlanamıyorsa anabilim dalları seviyesinde lider anabilim dalı başkanlarınca stratejik planlamalar ve çağdaş uygulamalar yapılabilir.

Yukarıda sözü edilen kurumsal seviyede stratejik planlar yapılıp çağdaş uygulamalar gerçekleştirilemiyorsa, çağdaş eğitim için bireysel seviyede çabalar gösterilebilir. Bu çabalar öğretim üyeleri ve öğrencilerin bireysel olarak yapacaklarıdır.

Her bir öğretim üyesi kendi insiyatifi ile akademik ve öğretim konusundaki uğraşlarını, mevcut yapıda bile, çağdaş seviyede tutabilir. Örneğin sorularını, derslerinin öğretim planlarını şeffaflaştırabilir, öğrenci odaklı öğretim yapabilir, öğrencilerinden anketlerle geri besleme alarak kendini yenileyebilir. Mevcut yasalar, öğretim üyelerinin açıklanan çağdaş anlayışa göre görev yapmalarına engel değildir.

Bireysel yapılabileceklerin ikinci seviyesinde olan öğrenciler, çağdaş anlayışa uygun eğitim alamadıklarını düşünüyorlarsa, mevcut yapı içinde kendilerini en iyi şekilde öğrenmeye hazırlamalıdırlar. İstediğim seviyede öğretim verilmiyor, ben de en kısa yoldan diplomamı alıp çekip giderim diyorlarsa, en fazla zararı, başta kendileri göreceklerdir. Öğretim üyelerinden, verebileceklerine göre maksimum yararlanıp, ezberlemek yerine anlama çabası gösterebilmelidirler.

Sonuç olarak, yukarıda açıklanan hiyerarşide, ideal olanlar yapılabilirse toplum olarak kazançlı çıkarız. Ama yine de, mevcut yapı ve yasalar çerçevesinde dahi, kurumsal ve bireysel seviyede yapılacak çok şey vardır ve yapılabilir. Yapılmazsa, kısa vadede hizmet alanlar, yani öğrenciler, farkında olmadan zarar görecek, uzun vadede ise bu işleri yapmayanlar yetiştirdikleri öğrencilerden istedikleri hizmeti alamayarak zarar görecekler ve ulusça hepimiz zararlı çıkacağız.

Prof. Dr. Ertuğrul Eriş
Emekli öğretim üyesi